25 Nisan 2012 Çarşamba

İNTİKAM

sevgili gitti. ne zaman geleceğini kendi de bilmiyor. şimdi buraya yazınca bana da enteresan geldi bak. insan döneceği zamanı nasıl bilmez ya?.. hadi adam beni kekliyor, ben nasıl yedim bu numarayı? bak aklıma takıldı şimdi. arayıp fırça atasım var. otobüsle gidiyor, millet uyuyor diye cevap da veremez şimdi bana, istediğim kadar bağırıp çağırıp rahatlayabilirim. araya birkaç da eski mevzu katarsam en az yarım saat eziyet edebilirim. 

pazartesi günü de istanbul'da olması gerekiyormuş. bugün gittiği şehirde işi uzarsa direkt istanbul'a geçermiş ama kalmazmış, o gün dönmesi gerekirmiş, çünkü pazartesi söyleşisinde burada olması gerekiyormuş. bak bak, söyleşiyi kaçırmaması lazımmış... beni özleyeceği için acele etmiyor yani. istanbul'dan dönüş biletini alır mıymışım internetten... pazartesi kesin döneceğim mesajı veriyor ki carlamayayım... ben o uçakta bomba var diye ortalığı ayağa kaldırıp, seni söyleşiden mahrum etmez miyim şimdi?

bir de utanmadan bir önceki yazıma yorum yapmış maço erkek ayaklarıyla. ben de "ihi ihi" diye gülüp, "aman  da sevgilim beni kıskanırmış" havalarına gireceğim. hala öğrenemedi şakası bile uyuz eder böyle şeylerin. dediklerini yapmayacaksam da yapasım gelir. ulan ben şimdi her gece ayrı program yapıp o bar senin, bu bar benim gezmez miyim? arızaya bağladım iyice. yarın kızları arayayım da, bios'a falan gidelim. sabaha kadar coşalım, dans edelim, boğa gibi içelim. boğalar içer mi bilmiyorum. ben hiç gerçek boğa görmedim bile. ama benim arkadaşlarım nasıl içer sevgili gayet iyi biliyor. boğa gibi mi, ne gibiyse işte... insan gibi olmadığı kesin. o kadar içmeye kimsenin yürüyüşünde, konuşmasında bir bozukluk göremezsin ha... sarhoş olmazlar. en fazla sahneye fırlayıp solistin önünde seksi danslar edip, çocuğu şok ederler. onun için de alkol almalarına gerek yok, doğuştan böyleler. 

şimdi... ne zaman geleceği sorusunun yanıtını almadan rahat eder miyim ben? hayır, gitsin -iş için olmasına da gerek yok- gitsin gezsin, istediği kadar kalsın hatta dünya turu yapsın ama ne zaman döneceğini bileyim. yuh, o kadar da değil. abarttım. nereye dünya turuna çıkıyormuş bensiz. o dünyayı başına yıkarım onun. huh... rahatladım. 

aman... gitti ya, ilk kez bu kadar ayrı kalacağız diye kapris yapayım biraz dedim. ama en çok da bir önceki yazıma yaptığı yorum yüzünden... inadına işte. yazdım ya oh olsun. sussam olmaz. bünyede durmaz.

güle güle gitsin gelsin, gezsin tozsun, yesin içsin, eğlensin, keyfine baksın. sıkı salladım, o kadar da eğlenmesin bensiz. 



karikatür sanırım ramize erer'e ait. aldığım sitede kaynak belirtmemiş ama ben onun çizgilerine benzettim.



24 Nisan 2012 Salı

İÇİNİZDEKİ ÇOCUĞU BÜYÜTESİM VAR

şu "içimizdeki çocuk" lafını hiç sevmiyorum. bütün şımarıklıklara, abuk sabuk hallere bahane ediliyor. çocukluğu bari çocuklara bıraksalar. hiçbirimiz onlar kadar saf değiliz. komik hatta eğreti duruyor üzerlerinde o laf.

peki, bugün benim de aynı bahaneye sığınasım var. hava puslu, evde oturma havası ama birazdan çıkmam gerekiyor. ve siz evde yemeğinizi yemiş, tv karşısına kurulmuş ya da kitabınızı elinize almışken ben çalışıyor olacağım. üstelik yeni başladığım bir grupla... tüm akşam konuşacağım, güler yüz göstereceğim, anlatacağım, dinleyeceğim, izleyeceğim, göstereceğim ve daha bir sürü şey...

bugün çocuklara tatil ya... o bakımdan diyorum... madem içimizde bir çocuk var, ona da tatil verseler ya... bugünlük...



sizce de itici değil mi evian'ın bu reklam tişörtleri? sık sık "içimdeki çocuk" diyen tipler bana böyle görünüyor işte...


BAZEN ALMAK İÇİN SEBEP GEREKMEZ

büyük marketlerden biri, 23 nisan nedeniyle çocuk kitaplarında %50 indirim yapmış. yeğenime boyama kitapları almak için daldım içeri. sevgili kapıda bekliyor, fazla oyalanmayayım dedim. bir baktım aynı indirim kırtasiyede de var. renkli kalemler koymuşlar, hemen kaptım beşli bir poşet: siyah, kırmızı, turuncu, eflatun ve su yeşili var içinde. tam gidecekken rengarenk silgiler, başka kalemler de gördüm, baktım ama alamadım. sevgiliyi bekletmeyeyim diye, ayağı ağrıyor son günlerde... ana sınıflarında çokça kullanılan, desenli kesen makaslardan gördüm o sırada. hem de makasın uçları değişiyor, farklı desenler oluşturabiliyorsun. beş farklı ucu var. tabii onu da aldım hemen. hızla çıkıp yanına geldim, vicdanen rahatlamak için de "kırtasiyede de indirim yapmışlar, çok güzel şeyler vardı ama seni bekletmek istemedim. renkli tükenmezlerim bitiyordu, bunları aldım, makas aldım bir de çok güzel" dedim. "ha... ufaklığa mı?" dedi. "ıııh... bana...". anlamsız bakıyor sevgili. "ama bir sor niye aldım? çok gerekli bunlar" dememle kahkahayı bastı. "rengarenk makaslar mı?" dedi. "evet ama gerçekten çok gerekli bunlar. çok lazım oluyor." alla alla... inanmadı. niye makas lazım olmasın ki? her eve lazım hem. "ama bi sor, bi sor neden aldım?" dedim durdum gidene kadar. sormadı. 





ne keseceğimi ben de bilmiyorum aslında. sormadığı iyi olmuş. yine de çok güzeller. 


23 Nisan 2012 Pazartesi

ZEBRA OJE

bu kez ojeler ile fazla uğraşmadım. hep fırça ve benzeri şeylerle yapıyordum desenleri ve zaman alıyordu. oysa bu, gayet basit bir yöntemin ürünü. yakında -fırsat bulursam- uygulanışını kameraya alıp yayınlayacağım. birbirinden değişik bir sürü deseni, kolayca yapabilirsiniz bu sayede. 

fotoğraftakiler bahsettiğim yöntemle ilk denemem, acemi işi yani. pek çok kişi çatlatma ojelerden sandı ama değil. bildiğiniz zebra deseni. 






21 Nisan 2012 Cumartesi

BAŞ AĞRISI HEZEYANLARI

günlerdir baş ağrısı çekiyorum. dün iyiydim, tam geçti derken bugün yine başladı. ağrı çekmek bir yana, tuhaf bir yataktan kalkamama durumu yaratıyor. üstelik bütün gün de sersem gibi dolaşıyorum. hani çok yorulmuşum, günlerdir uyumamışım gibi bir hal. yani nurten arasa, "eve dön, ben babamla konuşur ikna ederim" diye ağlamaya başlayabilirim. nurten mi kim? ben de bilmiyorum.


20 Nisan 2012 Cuma

yaseMİM



bricit tarafından sobelenmişim yine, fakat bir yanlışlık var sanırım. mimin adı görselden de anlayacağınız üzre ("ay çok şekersin ödülü" olarak çevirmişler) pek tatlı. bunu bana "bile" yollayan bizim bricit bu kibarlıkla, incelikle hala nasıl evlenemedi bilmiyorum ama uzun sürmez kanaatindeyim.

işte başlıyorum:

1- mesleğin seni mutlu ediyor mu?
mesleğim, evet. işim mutlu etmiyor ama. daha önce de yazmıştım (burada), başkalarına hobi gibi görünen şey sizin işinizse uzaktan davulun sesi hoş geliyor. oysa yaşayan için türlü sıkıntıları da beraberinde getiriyor. sonuçta işimi belli bir kuruma bağlı yapıyorum ve o kurumun kurallarına uymak konusunda sıkıntılar olabiliyor. o kurumda, sizin tepenizde bulunan insanlar ile de sıkıntılar olabiliyor. mesele sadece bir kuruma bağlı olmak değil tabii, özel de çalışabilirsin. onun da sıkıntısı ayrı. severek yapıyorum mesleğimi ama herkesin sandığından daha yorucu. bazen beynim süngerleşmiş gibi geliyor çıktığımda. ya işte bricitcim, bizim iş de kolay değil be, her iş gibi yani... sonuç olarak; mesleğimi seviyorum ama işimi çok sevdiğim söylenemez. mümkün olsa değiştireceğim. elimden başka iş gelmediğinden değiştiremiyorum da(!)

2- dilediğin meslek miydi?
öyleydi. istemeden yapılabilecek bir şey değil zaten. 

3- yalnız mı, ilişkide yaşamayı mı tercih ediyorsun?
hiç düşünmedim böyle bir şey. ben yalnız da gayet mutlu olabilen insanlardanım. ilişkim varken de yalnızlığımı engellesin istemem zaten. özgürlüğüme düşkünüm. şu an keyfim gayet yerinde. sevgili ile ortak çok şey yapıyoruz, ilgi alanlarımız, keyif aldıklarımız benzer. ama yalnız kalmayı, ayrı olmayı da tercih edebiliriz arada.  herkes kendi arkadaşlarıyla rahatça görüşebilir mesela... insanların kendilerine ait alanları olmalı. boğulurum ben yoksa. demem o ki; beni sıkacak bir ilişki yaşamaktansa yalnız olayım zaten. 

4- tatsız durumlardan kaçınmak için yalan söyler misin, dürüst ol!
o sondaki ünlemi ben ekledim. pek bir tehditkar geldi soru. hani neredeyse annemin parmağını hissettim tepemde. yalan söylemeyen insan yoktur. hatta canlı yoktur. benim köpeğim bile bir kusur işlediğinde ben yapmadım der gibi havalara bakıyordu. kızsan kızamazsın elinde delil yoksa, o derece iyi rol kesiyor hınzır. ben de söylemişimdir. kolay sallayan biri değilim, çoğu zaman karşımdakinin kızacağını bilsem de doğruyu söylemeyi tercih ederim. ama dedim ya, herkes yalan söyleyebilir. ya bir de benim işim yalan söylemek, eve iş taşımıyorum anacım. bütün gün yeterince yalan söylüyorum ben zaten. 

5- yabancı bir dil konuşuyor musun?
konuşuyordum, yazıyordum... hatta bir dönem rüyalarımı bile ingilizce görüyordum. yüksek lisansa başlarken bir yıl yabancı diller bölümünde ingilizceye maruz kaldık. sabahtan akşama kadar türkçe konuşmak yasak ders işleyince istemesen de öğreniyorsun. o günler çok geride kaldı. şimdi zor. uzun zaman kullanılmayınca köreliyor yabancı dil. yeniden harlamak gerek ateşi.

6- rüyandaki evde oturuyor musun? taşınmak veya yurt dışına gitmek istiyor musun?
kaç kişi rüyalarındaki evde oturuyordur ki? sabancı ailesinin mensuplarını saymıyorum tabii... yok o kadar şanslı değilim. kaldı ki, bizim oturduğumuz evler belki de başkalarının rüyasındaki evler. biraz şükretmek gerek sanırım.

7- mobilya değiştirmeyi sever misin?
ben kurulu düzenini seven insanlardanım. üç günde bir sıkılıp eşya değiştirenlerden değilim. "müdavim tipler"denim. gittiğim mekanları bile kolay değiştirmem. çok sıkıcıyım galiba.

8- çevreye, hayvan korumaya katkın var mı?
yaaani... katkı sayılır mı bilmem, ufak tefek şeyler benimki. yazın kediler için kapı önüne su dolu kap koymak, ara ara yiyecek bırakmak gibi... ha bir de geri dönüştürülebilir atıklar meselesi var. onları çöpe atmıyoruz, ayrı bir poşette biriktiriyoruz. haftada bir belediye gelip topluyor, sonra sana yeni bir çöp poşeti bırakıyor biriktirmen için falan... arada, kendimi de içine atasım, geri dönüştürülesim var. neye dönüştürülürüm bilmiyorum artık.

9- televizyon ve filmleri sever misin?
ben televizyonu sadece uyurken ninni niyetine açan, o zaman da sesini asgariye getirip, ışığı rahatsız etmesin diye poposunu dönüp uyuyan bir insanım. yani gözümle değil, popomla izliyorum. gerçi yazın bazen izliyorum, boş zaman çok diye. film izlemeyi severim ama televizyonda değil. araya giren reklamlara tahammül edemiyorum. sabırsızım galiba. ya da salağım. reklam giriyor ne izlediğimi unutuyorum. hatta bazen reklam girdi diye başka şeylerle ilgilenmeye başlıyorum, bir bakıyorum tv açık hala, film bitmiş. "aaa ben film izliyorduuuum..." diyorum. gel-git akıllıyım belki. ne dersen artık...

10- bırakmak istemediğin kötü huyların var mı?
var mı? kötü huylarım var da, bırakmak istemediklerim var mı? yok. ben bütün kötü huylarımı bırakmak istiyorum da, onlar beni bırakmıyor.

11- loto veya benzeri şans oyunu oynar mısın? 
nadiren. "bu hafta kesin oynayacağım" der, her defasında da unuturum. ah bir unutmasam bana çıkacak zaten. bütün bu blog alemini satın alacağım. buraların ağası ben olacağım.

eeeeendddd di oskııır goos tuuuuuuuu;
Arkaik Harfler, Maya, NilsuvebeyazNilhan, Sevda ve ve ve dileyen herkes tabii... çok kişi mimlemek istiyorum ama hala kimlerin sevip, kimlerin sevmediğini ezberleyemediğimden...

18 Nisan 2012 Çarşamba

SARI, YEŞİL VE MAVİNİN UYUMU

sarı ile yeşili çok yakıştırıyorum. bu renkleri kafaya koymuştum, araya biraz da mavi atınca tam istediğim gibi oldu. önce yeşil sürdüm, kuruyunca sarı (altın sarısı) ile fırça darbeleri yaptım, o da kuruduktan sonra, yani son olarak birkaç yere mavi dokundurdum. sonuç bu oldu.







17 Nisan 2012 Salı

PİJAMALI OJE

beğenenler oldu ama ben pek beğenmedim, o nedenle akşamına çıkardım zaten. yine de çeşit olsun, bu da öyle bir deneme işte...





16 Nisan 2012 Pazartesi

BİLMECE

tüyap konusunda Avram ikidir arkamdan atıp tutuyor. sırf kendimi savunmak için ayrı bir yazı yazmam lazım ama üşeniyorum. sadece ilk yazısına cevap vereyim.

yağmur yağarken onu bir kenara atmışım, kitaplarımı koruma telaşı içindeymişim. ne var ki bunda? olayı şöyle özetleyebilirim:
şimdi bu, "nehirin karşı kıyısına geçmek için bir sandal var. yanınızda da bir kuzu, bir kurt, biraz da ot var. üçünü aynı anda götüremiyorsunuz, bir kerede tek şey taşıyabilirsiniz. kurt kuzuyu yer, kuzu otları yer malum, dolayısıyla bunları yalnız bırakamıyorsunuz. üçünü karşıya hangi sırayla, nasıl geçirirsiniz?" meşhur sorusuna benziyor. yağmur var (nehir), tek bir şemsiye var (sandal), bir kuzu (kadın), bir kurt (erkek), bir de otlarımız (kitaplar) var. nehirin karşı tarafına nasıl taşıyacağız bunları ıslanmadan? kurt ile kuzu ıslansa da olur, kururlar. otları iyi korumak lazım. sizce de öyle değil mi?


14 Nisan 2012 Cumartesi

ÇAĞRIŞIMLAR 2

bugün belki uzun zamandır ilk kez aceleyle çıkmadım. ve yürürken baharın tadını çıkardım. her yer sapsarı yine. mimoza zamanı. ve aklıma nehir ida geldi. mimozaları geç keşfettiğini yazmıştı bir kez (aha burada). durup bu fotoğrafları çektim onun için.

nehir idaaaa bak her yer mimoza :)






12 Nisan 2012 Perşembe

MİMİM

bir kum tanesi mimlemiş, arayı fazla açmadan ve lafı fazla uzatmadan soruları yanıtlıyorum. 

1- yemek olsam ne yemeği olurdum?
yani tuhaf olacak belki şekil itibariyle ama patlıcan olurdum. allaaam o nasıl bir lezzet ya, hayranıyım kendisinin. hangi kılıkta çıkarsa çıksın karşıma, bayılırım. imam bile benim kadar iyi bayılamaz. o kadar da iddialıyım.


2- müzik aleti olsam hangisi olurdum?
benden keman olur sanırım. en iğrenç sesi de çıkarabiliyor, en güzel sesi de. sinirlendiğimde, acemi birinin elindeki keman kadar kulak tırmalayabilirim. o kapasitem var yani. 


3- araba olsam hangisi olurdum?
bu nasıl soru, benden araba filan olmaz. benden olsa olsa tanımlanamayan uçan cisim olur. 


4- aylardan hangisi olurdum?
tabii temmuz. niye? çünkü yazı seviyorum. ayrıca temmuz tatil zamanı benim için. hiç bitmese dediğim ay.


5- ayakkabı olsam hangisi olurdum?
ayakkabı olsam... bilemedim... karaktersiz olurdum. bir gün stiletto, bir gün gayet spor... benim sağım solum belli olmazdı. yok tabii sağım solum belli olurdu da, topuğum belli olmazdı.

6- kıyafet olsam hangisi olurdum?
ben o günkü moduma göre giyinen insanım. kendimi tek bir şeye indirgemek zor yahu. ayakkabı sorusundaki gibi... ne olsam bilemedim. ben gardrobun hepsi olmak istiyorum.

7- renk olsam hangisi olurdum?
bütün renkleri seviyorum ama illa birini olacaksam mavi olurdum. gece mavisi.

8- hayvan olsam hangisi olurdum?
benden olsa olsa maymun olur. çocukken tutturmuştum eve maymun alalım diye. hem de öyle kafes içinde, küçük bir maymun değil, şempanze istedim. bildiğin koca, kara bi şi... annem, kızım evde maymun olur mu nasıl besleyeceğiz, durmaz o, gibi bahanelerle beni vazgeçirmek için çok uğraştı ama nafile. zaten kardeş de yapmıyorsunuz bana, maymun da maymun diye az tepinmedim. enteresan isteklerim vardı. bir kez de mavi gözlü benden birkaç yaş küçük bir kız görmüş, onu istemiştim. tutturdum bunu alalım diye. annesi vermez deseler de ikna edemediler. neyse sonunda bana kedi aldılar da ağzımı kapadılar. küçükken manyakmışım galiba biraz.


9- şu an okuduğum kitabın 137. sayfasında neler var?
baktım, kaynakça var. bak işte buna çok güldüm. haydi bir kıyak yapayım, 134. sayfadaki kitabın son paragrafını yazayım:
"Vakhtangov 29 Mayıs 1922'de, saat 21:55'te, 39 yaşında vefat etti. Ölüm haberi bir anda Moskova tiyatrolarına ulaştı ve tüm seyirciler saygıyla ayağa kalktılar."

eveeeet mim için bir kum tanesi'ne teşekkür eder, hepinizi olmasa da bir kısmınızı öperim. mimleme konusundaki beceriksizliğimi ve takipsizliğimi öğrenen öğrenmiştir artık. öyle hızlı yayılıyor ki, bir süre sonra kimler yazmıştı unutuyorum. yanı sıra bir de mim sevmeyenler var, onları da unutuyorum. ben yine aklıma gelenleri sıralayyım:

bir de rica; mimlenmeyi sevmeyenler yorum kısmına bunu belirtebilir mi? sözüm mimlediklerime değil sadece, herkese. bir dahaki sefere seçim yaparken iki saat düşünmemiş olurum. 

11 Nisan 2012 Çarşamba

YEMEZLER

soframızdaki tehlike... 9 yeni GDO gıda, tarım ve hayvancılık bakanlığı tarafından onaylanmak için bekliyor. sen de yemezler diyorsan bir imza at. 






10 Nisan 2012 Salı

ÇAĞRIŞIMLAR

sadece hoşuma gitti. kime ait bilmiyorum. kuşlar ne güzel, rengarenk. bir de koşan küçük kız... dik bir yerden  hızla inmenin keyfi başkaydı çocukken. yokuş aşağı yarıştığımızı hatırlıyorum. hele ki böyle kuşların peşinden koşmak, daha da güzeldir... 

bir de bana domatessuyu'nu hatırlattı. kuşlar mı, çocuk mu, çocuğun koşuşu mu bilmem. belki de hepsi. küçük domatessuyu :)



8 Nisan 2012 Pazar

KEDİLİ OJELER

güzel defterim yazımda ojeler dikkat çekti, ben de yakın plan göstermek istedim. 

işte benim kara, sokak kedim ve kirli patilerinin izleri :)




ilk kez yaptığım için biraz acemice oldu. tecrübe edindim ama bir sonraki daha iyi olacak.

ÇATLATAN YAZAR

çok güzel bir gündü... nurdan beşergil imzası olduğu için kedi kitabevine biraz erken gittik. ("iyi geceler öpücüğü"nü mutlaka okuyun) tam kapının önünde ziftleniyorduk ki onu gördüm. "geldi" dedim. şaşkınlıktan o kadar hissizleşmişim ki, heyecansız, donuk çıkan sesimi ciddiye almadı kimse. tekrar etmek zorunda kaldım; "geldi". işte o zaman ciddiyetimi anladılar.

erken geldi. oturduk, konuştuk. konuşmadık; onlar konuştu, ben dinledim daha ziyade. bir ön kaynaşma oldu okurlar gelmeden.

ben yazarlarla tanışmayı sevmem. bir süre kitapçıda çalışmış, imza günlerinde bulunmuş biri olarak söyleyebilirim ki, hemen hepsi beni hayal kırıklığına uğratmıştır. her insan gibi ben de merak ediyorum bunu yazan kimdir, nasıl biridir diye tabii... sonra gözümde büyüttüğüm yazar parçalanıp un ufak olabiliyor. "pöfff keşke tanışmasaymışım yeaa..." diyorum. hayallerim yıkılıyor (bir de oyuncularla tanışmayı, haşır neşir olmayı sevmem). mesela bazısı "ben yazarım" havalarındadır, tepeden bakarlar sana. sanırsın aynı havayı solumuyoruz, daha dün inmiş gökten deus ex machina ile. neyse dağıtmayalım konuyu. nerede kalmıştık? ha, nurdan beşergil geldi. ("iyi geceler öpücüğü"nü mutlaka okuyun.) bu bizim avram, başladı yok kitap öyleymiş, yok böyleymiş... bir de benden örneklemeye başlıyordu ki konu değişti allahtan. hayır iltifat mı ediyor yazdıklarıma, hakaret mi belli değil zaten. beşergil'e de ayak üstü eleştiri yapıyor. şunu beğendim, şurası sarkmış falan... iyisiyle, kötüsüyle  ne varsa aklında söylüyor. bir huzur ver değil mi, yok. zaten beli tutulmuş, huysuzluğu üzerinde, bir şey demedim artık.

imza sayesinde bir de mavikalemdekiler bloğunun yazarı narda ile tanıştık. pek ciddi birini bekliyormuşum nedense, gayet sevimli, cana yakın. tavsiye ediyorum tanışın(!)

döndüm geldim yine imzaya... dedim ya, yazarlarla tanışmayı genelde sevmem. çatlatırlar beni. bugün de çatladım. yahu bir insan hem bu kadar iyi yazar, hem de bu kadar tatlı, içten, sıcak olabilir mi? oluyormuş. niye oluyor kardeşim? çatlayacağım. kıskançlıktan. bende olmayan ne varsa onda. bayıldım. kapısının önünden geçesim var sık sık, belki karşılaşırız. yetmez, gidip karşı dairesini tutasım var. girip çıkarken görebilirim. hatta "ay... evde şeker bitmiş" gibi bahanelerle her gün kapısını çalasım var. niye yani niye, bana niye böyle şeyler vermedin, yazık bana; diye tanrılara isyan edesim var.

çok sevdim, bayıldım. kalem kağıt çarpsın bak! öyle bir sinir durum yani. "iyi geceler öpücüğü"nü mutlaka okuyun demiş miydim? 

son söz: imza sonrası ağzımız kulaklarımızda, sana ne yazmış, bana ne yazmış diye bütün kitapları döktük önümüze avram ile. demez mi, bana daha güzel yazmış. uleeeeyyyn diye bir nara atmışım... içimden... dışımdan sadece "kıskanç!" dedim, "bana daha güzel yazmış. sevgili ... yazmış, bak samimi.". "yok yaaa baksana bana ne yazmış" (yazılanları okuyor yüksek sesle). ağlayacaktım. "pis" dedim. o derece kıskançlık denizinde boğuluyoruz yani. o dediğim kitap var ya hani, mutlaka okuyun.


ben tersine, okuyabiliyom ama yakamıyom.


7 Nisan 2012 Cumartesi

GÜZEL DEFTERİM

geçen hafta cuma günü, rüzgarlı havada mordoğan'da dağ tepe gezince öyle bir tutulmuşum ki, baş ağrısı tavan yaptı ertesi gün. üzerine bir de gözlüklerimi camı değişsin diye bir saatliğine bırakmak zorunda kaldım, tam oldu. gözümü açamaz oldum ağrıdan. yetmezmiş gibi bir de mide bulantısı eklendi... işten eve gönderildim cumartesi günü. görenler halime acıdı.

lenslerimi özledim ben.

pazar günü nispeten iyiydim, biraz hava almak için dışarı çıktık sevgili ile. çıkmışken kitap aldık birkaç tane. kitap almışken defter aldık. o kadar mutlu oldum ki, ne baş ağrısı kaldı, ne mide bulantısı. mutlu mutlu döndüm evime. yalnız bir sorunum var, kullanmaya kıyamıyorum şimdi de. ne için kullanacağıma bir türlü karar veremedim. böyle güzel başka defterlerim de var ama bunun kadar hafifi yok. çantada taşımak için çok ideal. iş için mi kullansam, kendi kişisel notlarım için mi diye bir haftadır düşünmekten deftere elimi süremedim. gidip bir tane daha mı alsam bu kararsızlığa son vermek için acaba? bööle üzerinde yazılar var, kırmızı lastiği var... ama çoook güzel... durun hatta resim koyayım görün, belki siz de alırsınız. bir de bunun zıt renkleri vardı; beyaz zemin üzeri siyah yazılar... o da çok güzeldi. ondan alayım ben tamam. teşekkür ederim yardımcı olduğunuz için. ben niye düşünemedim ki bunu...




beğenip isteyen olursa bilgilendireyim, inkılap'tan aldım. fiyatı 8,50.


4 Nisan 2012 Çarşamba

HUYUM KURUSUN

bazı yazarlarım vardır benim, bazı kitaplarım... 
hani okurken hiç bitmesin istediğiniz... ya da zaman dursa da, siz başka işlerle uğraşmak zorunda kalmadan bitirene kadar okuyabilseniz... isabel allende mesela öyle bir yazardır benim için.

bugün öğleden sonra denize karşı oturduk sevgili ile. hava mis. son günlerdeki o gıcık, boyun tutulmalarımın sebebi rüzgar da terk etmiş memleketimi; söyledik çayları, kahveleri, aldık elimize kitaplarımızı... alış o alış... kitap: iyi geceler öpücüğü. yazar: nurdan beşergil. bir işkence oldu bana sonrası... zaman ilerliyor, saate bakmaya korkuyorum. hani baksam çabuk gelecek iş vakti, yola koyulmak zorunda kalacağım. hiç istemiyorum. ben ki öyle öfleye pöfleye işe giden tiplerden değilimdir. hasta olsam, işe gittiğim an iyileşirim. bugün hiç gitmek istemedim. beni orada bıraksalar, orası da şart değil, beni herhangi bir yerde bıraksalar ve kitabı bitirene kadar dokunmasalar... öyle olmadı tabii... paşa paşa kalkıp gittim. zaten siz ne zaman benim isteklerimin yerine geldiğini gördünüz? makul isteklerde bulunmayı öğrenmem gerek.

bu arada, bu bir kitap tanıtım yazısı değil. ben öyle şeyler yazmıyorum biliyorsunuz. üşenirim bir kere. zaten o kitap üzerine saatlerce konuşmuşumdur biriyle, birileriyle ya da kendimle. ama bir huyum var, kitabı çok sevmişsem, onu illa birilerine okutmak isterim. huyum kurusun. zorlarım oku, oku diye. sürekli sorarım, yoklarım başladın mı, okudun mu, diye. ısrar ederim, burnundan getiririm, gerekirse yalvarırım... olmadı, tehdit ederim. hayatı zindan ederim hatta. hı işte bu kitap öyle. okuyun. lütfen. bak lütfen diyorum!


ha... en güzeli, cumartesi günü yazarın imza günü var bostanlı'da. kitabımı imzalatacağım, süper.