30 Haziran 2012 Cumartesi

O ŞİMDİ EVLİ

arkaik harfler sonunda evlendi. yedi senedir beraber olduğu kabasakalı ile muradına erdi. gördüğüm en mutlu gelindi, hem de çooook güzeldi. üstelik gelinin şahidi de bendim. anlayın yani nasıl güzel bir gündü. 

nikah sonrası için alsancak'ta yer ayarlanmış oraya gittik yemeğe. ben bol bol fotoğraf ve video çektim, avram  da bol bol tehdit etti kızcağızı "videoları bloğa koyacağım" diyerek. tabii böyle bir şey yapamayacak çünkü bütün deliller benim telefonumda. 

kutlama yemeğinde az yedik içtik sanki, bir de üzerine bağırsak yedik sevgili ile başbaşa. gelin ile damat şu an balayı için çok sevdikleri eski foça yolunda. uzuuun ve mutlu bir ömür sürsünler beraber. darısı tüm evlenmek isteyenlerin başına. 

arikaikim, kuzum çok mutlu ol, çok seviyorum seni. 



 -


25 Haziran 2012 Pazartesi

EDEPSİZ HALA

tatile girdim sayılır. aslında çok da emin değilim, her şey belirsiz fakat bu hafta üç gün boşum, o kesin. nasıl mutluyum, nasıl rahatım... bu üç günü kendime ayırmak istiyorum, haftasonu belki kaçarım şehirden. izmir gibi yerde oturup hala ayağını tuzlu suya sokamamış ben, fenalık geçirmek üzereyim. birkaç gün annemlerin yanına gideyim bari dedim. dört yaşındaki yeğenim de orada; hem denize girerim, hem de o deli ile eğlenirim. yayarım göbeği kumlara, kitabımı da alırım, denizime de girerim, oh... hayat bana güzel işte o vakit. çocuğu bahane edip kumdan kale bile dikerim sahile. hayalleri çoğaltmak mümkün... mesela o deliden fırsat bulursam bahçedeki hamakta keyif yaparım. ne zaman gazetemi, kitabımı alıp sallanmaya başlasam gelip üstüme çıkıyor. eskiden yatmakla kalmaz bir de güzel işerdi hamağıma. neyse ki büyüdü, kurtulduk çişliden. şimdi de işkence boyutunda bir evcilik sevdası var gerçi. evcilik de değil bununki, illa bir şey alıp satacağız. paragöz mü olacak nedir; birimiz bakkal oluyor, diğeri müşteri. sayıları uzun zamandır biliyor fakat büyüklükleri hakkında bir fikri yok. müşteri de olsam, bakkal da, rahatlıkla kandırabiliyorum annem görmezse. görürse basıyor yaygarayı; vay çocuğu niye kazıklıyormuşum. alla alla ailenin yaş ortalaması beş. anlatamazsın bunun oyun olduğunu. niye kazıkladın da niye kazıkladın... büyükleri kazıklayamıyorum ne yapayım annecim!

bu küçük maymun geçenlerde beni arayıp havadisleri verirken bir arabadan söz ediyordu heyecanla, çığlık çığlığa. böcek arabası geldi, şöyle yaptı, böyle yaptı diye bir şeyler anlatıp duruyor.  "o ne, çizgi film mi?" diyorum, "hayııııır böcek arabası" diyor, "film mi?" diyorum, "hayııııır böcek arabası" diyor. anlamadığım dilde bir şeyler anlatıyor sonra. en son şu hale geldi diyalog:
-hani ayıları öldüyüyor ya
-ayıları mı?
-eveeeeet
-ne ayısı yeaa? anlamadım
-ayılağı ayılağı...
-defne çok manyaksın ha... ayı ne geziyor orada?
-hihihihi (ne zaman "defne çok manyaksın yaaa..." desem gülüyor çocuk. manyağı iyi bi şey sanıyor sayemde.)
-babaannene ver bakiim telefonu
-tamam
(telefonu verir anneme)
-anne ne diyo bu ya, çizgi film mi diyorum hayır diyor. ne arabası?
-sitenin ilaçlama arabasını anlatıyor. arıları öldürüyor diyor çocuğum, yine anlamıyorsun sen de...
-hö? ayı diyor o be
-sen de r yerine y derdin onun yaşında
-he zaten ne zaman bi şeyi düzgün yapamasa bana çektiğinden oluyor.

zıpır ile enteresan bir ilişkimiz var. ben ona saydırıyorum, o gülüyor:

-defne çok manyaksın biliyorsun di mi?
-ihihihi eveeet.

-şşşt... bu evin maymunu kim bakiiim?
-beeeeen ihihihihi

gibi çalışmalarım var üzerinde.

eskiden abim, "kızım anlamıyor da ondan gülüyor, biraz büyüsün, anlasın, bak neler yapacak sana" diyordu. bizimki büyüdü hala aynı; babasının yüz karası, halasının bir numaralı maymunu.


kötü bir halayım, kabul. ama beraber çok eğleniyoruz. bazen edepsiz şeyler öğretiyorum. bir gün ben hazırlandım işe gitmek için öğleden sonra... sonrası aşağıda:
-ben gidiyorum, gel öpeyim.
-neyeyeee?
-işe
-ama babam sabah gidiyo
-ben akşam gidiyorum
-niye?
-ben akşamları çalışıyorum
-niye?
-ben konsamatrisim. gece çalışırım.
(defne hayatında ilk kez duyduğu bu söz karşısında bön bön bakarken annem gülmeye başladı)
annem: öğretme çocuğuma öyle şeyler
ben: ehe ehe nolcak ya anında unutur 3,5 yaşındaki çocuk onu mu hatırlayacak.
defnenin annesi: söyleyecek her yerde halam konsamatris diye, rezil olucaz.
ben: yok bee unutur
annem: sen öyle san.
gülme sırası onlarda. ben nasıl kıvırıp unutturacağımı düşünüyorum kelimeyi o esnada. benim için sorun yok da olmadık yerde söyleyip abimi dumur edebilir. sonra inandırmaya uğraşsın "aslında kardeşim konsamatris değil, yemedik yedirdik, giymedik giydirdik, okuttuk, meslek sahibi yaptık. sadece biraz manyak. bi de böyle iiirenç bi espri anlayışı var."...  gerçi sonra abimin bu halini hayal edince iyi bir fikir gibi geldi. aynı espriyi birkaç kez daha yaptım ama annem hiçbirine gülmedi.
annem: git, çocuumun aklını karıştırma
ben: ehe ehe nolcak yaaaa
annem: yürü... edepsiz...
defne: edepsiz! hihihihi
ben: aman iyi tamam... şştt defne
defne: hı?
ben: çok manyaksın biliyorsun di mi
defne: hi hi hi hi... eveeeeet

hala olmak da zor (!)





YAŞASIN PORNO!

haber avram'dan geldi. "bak sinirleneceğin bir haber" notuyla. sinirli halime bayılıyor(!)

yönetmenin biri "mini etek pornodur" demiş (okumak isterseniz tıklayın.). sinirlenmedim, aksine güldüm.  aklı kıt olana kızılmaz, günahtır. aslında gülünmez de tabii ama o kadarcık günahım da olsun. ben de sütten çıkma ak kaşık değilim neticede. ayrıca mini etek giyerim. fakat porno sevdiğimi bu zat-ı şahane sayesinde öğrenmiş oldum.

pornografik yerlerimle güldüm konuya uygun olsun diye.



trajedi ve komedi arasında ince bir çizgi vardır.


23 Haziran 2012 Cumartesi

BUGÜN NELER ÖĞRENDİN MİMİ

geçen ay bir dizi başlatmıştım. aslında iki: günün menüsü (burada) ve bugün ne öğrendik (burada ve burada). dizi olamadılar gerçi ilkini bir kez, diğerini iki kez yazabildim sadece. epeydir aklımda olduğu halde canım bu aralar yazmak istemediğinden kaldı. pazartesi günü biricit mimlediğini haber verince bir de baktım mimin adı "bugün neler öğrendin?" aha dedim, hazır mim haline de gelmişken yazayım. sonra yine o ruh hali, yine yazamama durumu... 

mimi cevaplayan birkaç kişiyi okudum. sadece o günü değil, son zamanlarda öğrendiklerini yazmışlar. ben de öyle yapacağım.

1- kurallarını net koyacaksın ve hiçbir koşulda taviz vermeyeceksin. sen ılımlı davrandığın sürece insanlar bunu kullanıyor. sinirlerini zıplatıyor. 
daha önce bir yazımda bahsettiğim gibi, son dönem çalıştığım psikolog grup bunun kanıtı.

2- 'terzi kendi söküğünü dikemez' lafını göz ardı etmeyeceksin. mesleklerine bakıp kendi hayatlarına bunu uygulamış insanlar beklemeyeceksin.
bunu da aynı grup sayesinde öğrendim. oysa ben bu gruba eğitim vermenin keyifli olacağını düşünmüştüm. nerde... özellikle içlerinde biri var, tam arıza. ikinci haftadan sonra kadınla öyle bir hale geldik ki, birbirimizin gözünü oymamak için elimizi kolumuzu zor zapt ediyoruz, kollarımı kavuşturup oturuyorum. hatta bazen popomun altına koyuyorum ellerimi fark ettim ki. üzerine atlayıp pençelerimle yüzünü parçalamak isteğimden muhtemelen (!)


3- iyi niyetli insanlar her yerde var ve o insanlar senin nasıl kasıldığını, her şeye rağmen sabırlı davranmaya çalıştığını görüp takdir etmeyi biliyor. 
dün çıkışta yanıma gelip eğitim için teşekkür eden birkaç kişi durumun farkında olduklarını üstü kapalı dile getirdi ve neredeyse suçu üstlendiler. "gruptaki sıkıntıların farkındayız, aslında bizim kendi içimizde çözmemiz gerekirdi bunu hocam" sözüyle. bugün de bir başkası, bir nevi grubu toparlayan kişi, gelip "sizden ..... adına özür dilemek istiyorum" dedi. "siz neden bir başkası için özür diliyorsunuz? sizin bir suçunuz yok ki..."  dediğimde, "grubu ben toparladım. aslında o kişiye teklif etmemiştim ama diğer arkadaşlardan duyunca ben de katılmak istiyorum dedi. hayır diyemedim. yani onun burada olmasının sorumlusu benim aslında" diye başladı, birkaç kez özür diledi. içim rahatladı mı? pek değil. hırsımı alamadım ya, başka bir zamanda, başka bir yerde karşılaşmayı bekliyorum söz konusu şahıs ile. dövmeyeceğim ayol, edecek birkaç lafım var sadece.

4- "tevazu gösterme inanırlar" lafını aklından çıkarmayacaksın.

5- yukarıdaki dört maddeyi unutmayacaksın!


gelelim mimlediklerimeeee:
suvebeyaz, bozbek, sevda, longing, vladimir (vladimir ben senin mimi yerine getiremedim gerçi. kayıt listesini silme takıntım yüzünden yayınlayacak bir şey bırakmamışım orada.)

veee teşekküre:
biricitcim teşekkür ederim :)


12 Haziran 2012 Salı

BLOG ALEMİNDE ANLAMADIKLARIM

bu blog dünyasında anlamadığım şeyler var. anlayan varsa beri gelsin... 

birincisi, reklamcılar. kendi bloğunda reklam yapanlardan söz etmiyorum, bloglarımıza gelip yorumlarda reklam bırakanlar kastım. "ben de beklerim, adresim aha burada" falan yazıyorlar ya... beğendiysen takip et arkadaşım ya da yorum yaz, sadece fikrini belirt. benim de senden haberim olur böylece zaten. bakarım bloğuna, istersem takibe alırım. niye gidip herkesin sayfasına reklam bırakıyorsun, ayıptır. bu kadar mı takipçi takıntın var?

bu reklam yorumlarını okuyunca benim müdür geliyor aklıma ki, gram sevmem kendisini. "beni sayın, beni takip edin" diye türlü şeyler yapar o da. üç - beş yalaka harici kimsenin saydığını sanmam. misal ben sayarım. ama içimden sayarım adama (!)

bizim kültürümüzde "ayıp" diye bir şey vardı eskiden. mesela kendini övemezdin, "bırak seni başkaları övsün"dü. "ben seni seviyorum, sen de beni sevmek zorundasın" tavrı benimsenmezdi. bloglara bakıyorum da tutum aynen şu; "ben seni takip ediyorum sen de beni et, yoksa silerim bir kalemde. ne zannediyorsun sen kendini allaaan gıcığı, saçını başını yolarım senin, niye takip etmiyorsun beni!" sen onu okumaktan keyif aldığın için eklememişsin demek... sırf o da seni eklesin diye eklemişsin. ekleme, bırak, ne işin var okumadığın bir blogla yahu. bu nasıl bir popülarite bağımlılığıdır. bu nasıl reyting kaygısıdır? televizyondayız da benim mi haberim yok. seni okuyan sayısı kadar gururlan. bırak takip sayısıyla orgazm olmayı. densizimdir kusura bakma.

işin enteresan yanı bu kadar aleni yapılması. eskiden kusur gizlenirdi. artık bunlar kusur olmaktan çıkmış...

anlamadığım diğer şey, gizli izleyiciler. niyedir? kimden, neyden ve neden gizlenerek okur ki insan? ara ara girip bakmak değil kastım, rutin olarak okuyanlardan söz ediyorum. altı üstü blog, yeminle yasa dışı bir şey yazmıyorum ayol. kasma yani rahat ol, okudun diye başın belaya girmez. çoğunluk geyik yapan insanım ben. kimseye zararım yok. üstelik 'trafik kaynakları' butonuna tıkladığımda hangi günler geldiğini görüyorum. çekinme, çal kapıyı gel buyur. perde arkasından dikizleyen sevim teyze gibi davranma şekerim, rahat ol allaaşkına...

anlamadığım üçüncü şey de, yazdıklarını çok ciddiye alanlar. yani tamam hepimiz zaman harcıyoruz. en azından okunalım, beğenilelim istiyoruz falan... ama blog yazarıyız altı üstü, bu gerçekle yüzleşmek lazım. bir silkelen yahu, dünyanın bir numaralı edebiyatçısı değiliz. seni sevdiğimiz için takip ediyoruz zaten, kasma bizi. büyük adam oldum ben havaları yakışıyor mu hiç, çok ayıp...


anlamadığım şeyler kafamı kurcalar benim. kafam kurcalansın diye değil, hoş vakit geçireyim diye geliyorum. o yüzden çıkıyorum böyle tipleri görünce abonelikten genelde. 

ha son bir şey geldi aklıma, beni izlemeye alanların bazısına tıkladığım zaman blogları görünmüyor. kimini google'dan aratıp buluyorum ama bazılarına ulaşamıyorum. aha bu da blogspot'un anlamadığım şeysi...


9 Haziran 2012 Cumartesi

içiMİMden geçenler

pek sevgili biricit ile bozbek mimlemişler. tam benlik mim. konu; içimizden geçenler. içimden neler neler geçiyor da, gün içinde pek çaktırmıyorum. ben normalde içimden geçenleri istemesem de suratıma yansıtırım. sıkıldığımı, üzüldüğümü, mutlu olduğumu, kızdığımı anında fark edersiniz gözlerime bakınca. doğal ortamımda böyleyim tabii, çalışırken değil. işe gidince mesleki maskemi hop diye takar, en profesyonel halimle salınırım. aklımdan geçenleri bir bilseler ah... 

şu içimizdeki sesler olayı fena... hepimizin pek çok sesi vardır tabii, benimkiler sesten ziyade çığlık halini aldı bu aralar.

benim bir dönem iddiam vardı, beynimle düşünmüyorum ben diye. beynim benden ayrı, benden bağımsız bir şey. söz geçiremiyorum ona. mesela uykum var, geberiyorum, başım ağrıyor, gözlerim sulanıyor uykusuzluktan; uyumalısın diyor bedenim bana, uyumak istiyorum... fakat o beyin var ya, o beyin... dön dur yatakta, uyut uyutabilirsen. "allaaaam bi sus yaaa, bi huzur ver, uyu" diye bağırdığımı bilirim beynime. umurunda olmaz. 

eskiden anlayamazdım, nasıl beynim ve ben iki ayrı şey olabiliriz diye. sonra alıştım bu duruma. yok, hasta falan değilim. korkma. beynim benden bağımsız, kendi kendine ve benden apayrı şeyler düşünebilen bir et kütlesi. psikolog arkadaşımı bile ikna ettim bu duruma. gerçi bir ara uzaydan geldiğim masalını da yutturmaya çalışmıştım ama ikna olmadı. 

benim beyin bu aralar bolca çalışıyor, kendi kendine işler yapıyor yine. gece yatmaz, sabah kalkmaz... resmen kavga ediyoruz. tatil yaklaştıkça, çalışmak daha bir zor gelmeye başladı ona. bir an önce eve kapanmak okumak, yazmak, çizmek, izlemek derdinde. tabii ben de... bu konuda anlaşıyoruz. öte yandan yazın da çalışsam fena olmaz diye düşünüyorum ben. o ise kesinlikle karşı bu fikre. didişiyoruz.

size -sizin iç ses dediğiniz- beynimin bir saat önceki marifetini anlatsam hak verirsiniz bana. evde suyun bittiğini fark edip ibo'yu aradım. en kibar, en sevimli sesimle "ehe ehe ibo naber? kapatıyor musun, su istemek için çok mu geç kaldım?" dedim. "yok canım göndereyim hemen" dedi. takriben beş dakika sonra kapı çaldı. suyum geldi. çocuğa parayı uzattım. ceplerinden para üstü aranırken o, beynim devreye girdi; "kalsın kalsın." çocuk saf saf bana baktı, elinde bir tomar para... beynim yeniden atladı olaya: "üstü kalsın önemli değil." "peki teşekkür ederim, iyi akşamlar" diyen çocuk koşar adım merdivenlerden inerken tam, ben devreye girdim: hesap 8,5 tl geldi. iyi de bende 10 lira yoktu ki... o zaman o verdiğim? o zaman o üstü kalsın denen miktar?.. "hay seni! naptın beaaa" çocuğun arkasından bağırdım, geri çağırdım ve paramı aldım. neredeyse hesaptan daha yüklü bahşiş veriyordu adama yahu, bu nasıl iştir. bir de ben hesabı yapıp, adamı geri çağırınca az kalsın bağırıp carlayacaktı; paramın üzerini niye alıyorsun, insan şüphelenmez mi o bahşişin fazlalığından, diye. zavallıya kapkaççı muamelesi bile yapabilirdi. hem suçlu hem güçlü diye buna derler. zor engelledim. onu içeri çekip, kapıyı kapattım ve epey bir fırçaladım. artistlik yapmanın manası yok, benden önce olaya atlayıp "üstü kalsın" falan... tamam yorgunuz ikimiz de ama bu kadar da saçmalanmaz ki canım...




ve son olarak; mimlediklerimde sıra:
suvebeyaz, Zeugma, Lunaparkta Yaşamak, Duygusal Komedi Sevenler

bir dahaki mimde görüşmek üzere, esen kalın...



8 Haziran 2012 Cuma

SOĞUK SAVAŞ

her şeyden sıkılan psikolog kadın "ben açık konuşmayı severim" dedi. hiç konuşmamanı hatta mümkünse nefes bile almamanı tercih ederim, demedim. gülümsedim, "iyi olur, açık konuşalım o zaman". "patavatsız da diyebilirsiniz bana ama sıkılıyorum yani elimde değil, sizden kaynaklı bir şey de değil. tüm gün çalışıyorum zaten, akşam buraya gelmek eziyet oluyor. evime gidip oğlumla zaman  geçirmek istiyorum." birden bire kafasını arkadan kavrayıp hızla masada duran tabağa soktum, ardından sıcak çayımı üzerine boca ettim!

bazen yapamayacağın şeyi yaptığını hayal etmek insanı rahatlatır. bu güzel hayalden sıyrılıp en sakin sesimle; "ben de sıkılıyorum sizinle olmaktan" dedim suratımda yapış yapış, meydan okuyan bir gülümsemeyle. "sizin sürekli sıkılmanız beni sıkıyor, motivasyonumu düşürüyor. hayatımda belki de ilk kez hevesle gelmiyorum şuraya." 

açık konuşmak iyidir değil mi?

sonuç mu? değişen bir şey yok. o hala her şeyden sıkılıyor, ben de hala "öf... pöf..." diyerek gidiyorum çalışmaya.  sonunda bezdim. bir haftadır güler yüzlü, çabalayan halimi bir kenara fırlatıp ona uygun tavrımı takındım. beşinci dakikadan itibaren soğuk savaş başlıyor aramızda. o her şeyden sıkılıyor, "şimdi mi yapacağız, bunu yapmasak olmaz mı, şundan sıkılıyorum..." gibi sinirimi zıplatan tepkilere başlıyor, ben de laf sokarak ya da konumumu kullanarak onu uyuz ediyorum. iki hafta daha katlanmam gerekiyor kendilerine fakat her an hata verebilir benim sistem. çok pis işi bırakasım var ama kredi kartlarının gücüne gider. daha fenası, kadına birkaç tane çakasım var. iki hafta daha sabredebilecek miyim bakalım.




5 Haziran 2012 Salı

ERKEĞİN NERESİ?

kürtaj yasağıyla "namus" cinayetlerinde yeni bir çığır açacağız, büyük bir patlama yaşayacağız. malum, tecavüze uğrayan kadın bunu artık kimseden gizleyemez hale gelecek. karnı şişecek, hamile olduğu anlaşılacak ve parmakla gösterilecek. mahalle baskısı devreye girecek. "kim bilir kimle kırıştırdı fahişe" lafları dolanmaya başladığında etrafta, baba çıkıp "yok len bizim kız masum, tecavüz etmişler." mi diyecek? yoksa "bu kızın karnı büyümeden öldürüverelim. gizleyemeyiz de..." mi?

bir de madalyonun diğer yüzü var tabii... evlilik dışı ilişki yaşayan bir kadın hamile kalırsa ve "namus" cinayeti korkusuyla bebeği aldırmak isterse? bu kez de merdiven altı kasaplarının -işi bilmeyip başımıza cerrah kesilenlerin- elinde ölüme gidecek. ya da o eski türk filmlerinde gördüğümüz gibi, şişle, demir çubukla kendi kürtajını yapmaya çalışırken...

bir gazete haberi hatırlıyorum, çok değil, birkaç sene öncesinden... yeni evli genç bir çift hakkında. nişanlılık döneminde yaşadıkları cinsel ilişki nedeniyle kız hamile kalıyor. birkaç ay sonrasında evleniyorlar. fakat bebeği doğurursa evlenmeden önce hamile kaldığı anlaşılacak. üstelik yasal süre aşılmış. ailelerinin korkusuyla kendisine doktor diyen bir yaratık ile anlaşıp kürtaj yaptırıyorlar. sonuç mu? kız ölüyor. düşünün, evlenmelerine rağmen üzerlerinde baskı hisseden bu insanlar bir de evli değillerse neleri göze alırlar?

bizde namus, KADINın bacaklarının arasındadır. oysa bekçisi erkektir. bu nasıl bir çelişkidir? bacaklarımızın arasındaki "şey" bize ait değil. en mahrem organımızın sahibi bir başkası. onun isteği dahilinde kullanıma açılır ya da kapatılır. kadın söz söyleme hakkına sahip değil.

peki erkeğin neresi kadına ait hiç düşündünüz mü? ben söyleyeyim; midesi. bizim görevimiz de, erkeğin midesine bekçilik etmek; doyurmak, sulamak... bizden habersiz o mideyi kullanıma açtığında namus cinayetleri işlemeliyiz! evet kesinlikle bunu yapmalıyız (!)

son olarak diyorum ki; bunların anaları zamanında kürtaj olaydı iyiydi.


4 Haziran 2012 Pazartesi

ÇEKİN ELLERİNİZİ!

tecavüz mağduru doğuracak (9 ay boyunca karnında taşıdığı bebekle her gün yeniden yeniden o anı yaşayarak) ve devlet bakacak? bunun adı da insan hakları olacak... yaşam hakkı olacak... o kadının yaşadığı travmayı ne yapacak devlet? o kadına (hatta belki o kız çocuğuna) hala "yaşıyor" diyebilecek miyiz? normal bir insan gibi hayatına devam ettiğini düşünebilecek miyiz? ya o bebek? onun, bir tecavüz sonrası doğmuş, istenmeyen çocuk olma travması? 

her şeyi geçtim; sağlıklı bir kadın, üstelik evli, çocuk kocasından. o çocuğa bakamayacağını düşünüyor maddi ya da manevi durumundan ötürü. belki hazır değil anne olmaya, ne olacak? doğuracak. geleceğin mutsuz, asosyal, sosyopatıyla uğraşacağız toplumca. 

öyle ya, devlet harika çocuk yetiştiriyor. yurtlar mutlu mesut çocuklar ile dolu. devlet illa analık yapacaksa önce sokakta yaşayan evsiz çocuklarına sahip çıksın. tinerden kafası bir dünya dolaşan, çöpten yiyecek toplayan, tepesinde çatısı olmayıp yağmurda uyuyacak yer arayan, dilenen, gecenin köründe mendil satan çocuklarına sahip çıksın. 

anne olmak bir tercih meselesidir. bir insanın kendi hayatını bu denli etkileyecek bir konuda seçim hakkının elinden alınması faşizmdir. hiçbir kadın keyfinden kürtaj olmaz. kürtaj kadın için başlı başına bir travmadır zaten. eğer bir kadın bunu göze alıyorsa mutlaka çok güçlü sebepleri vardır. 

bir erkek kalkıp kadına özgü bir şeyin kararını alıyor. hangi hakla? ben vermiyorum bu hakkı onlara bir kadın olarak. anne olmak ya da olmamakla ilgili kararımı onlara devretmiyorum!

son iki aydır çalıştırdığım grup psikologlardan oluşuyor. bir  kısmı adliyelerde çalışıyor; bağımlılarla, tecavüz mağdurlarıyla... gelip bir de onlarla konuşsunlar bu konuyu. amcası, dayısı, abisi, hatta öz babası tarafından tecavüze uğrayıp hamile kalan, daha reşit bile olmamış, çocuk yaşta mağdurların hikayelerini dinlesinler. sonra kendi kızlarını,  kız kardeşlerini koysunlar onların yerine... ve hala fikirleri değişmiyorsa... insan değildirler!

hepsine kadınlık hormonu takviyesi yapılıp, üzerine bir de cinsel istismarda bulunup fikirlerini yeniden almak gerek. acımasız mıyım, iğrenç miyim? onlar kadar değil!

lanetliyorum hepinizi! çekin ellerinizi bedenimden!